Tarihler 24 Haziran 1982’yi gösteriyordu. British Airways’e ait uçak, London Heathrow Havaalanı’ndan Auckland’e olan tarifeli seferini yapıyordu. Yolda 5 duraklaması olacaktı: Bombay, Madras, Kuala Lumpur, Perth ve Melbourne.
Yolcuların çoğu neredeyse bir gün boyunca yolculuk etmişlerdi ve herkes için yorucu bir yolculuk olmuştu. Kokpit ekibi ise uçağı Kuala Lumpur’dan devralmıştı. Yani ekip oldukça dinçti.
Mürettebat; Kaptan Eric Moody, kıdemli yardımcı Kaptan Roger Greaves ve kıdemli makinist Berry Townley Freeman’dı.
Uçakta 247 yolcu ve yaklaşık 90 ton yakıt vardı. Hava oldukça açık ve birazdan anlatacaklarımız hiç yaşanamayacakmışçasına güzeldi. 11.300 metre yükselen uçağın kaptanı, uyuşan bacaklarını açmak için biraz hareket etmek adına uçakta yürüyordu. Ta ki motordan gelen garip dumanları görene kadar.
Gariptir ki o zamanlar uçakta sigara içilmesine izin veriliyordu. Başta bu dumanın, bir sigara dumanı olabileceği düşünülse de bu, sigara dumanından çok yoğun ve farklıydı. Kaptan, uçuş güvertesine girdiğinde gördüklerine inanamadı.
Uçağın ön camını parlak bir ateş bulutu kaplamıştı ve her yer ışıl ışıldı.
Gördükleri şey St. Elmo ateşinden başka bir şey değildi.
Bu ateş, metal bir yüzeydeki statik elektriğin zararsız boşalımıdır. Gemilerde olduğu gibi uçaklarda da belli aralıklarla görülür. İşte sorun tam da burada başlıyordu. Kaptan, hava radarına baktığında hiçbir fırtına bulutunun olmadığını, aksine havanın oldukça açık olduğunu gördü.
Çok geçmeden uçağı çevreleyen garip bir bulutun varlığı fark edildi. Yardımcı kaptan, motor ateşleyicileri ve emniyet kemeri ikaz ışığını açmıştı. Uçuş devam ederken dumanlar yolcu kabininde birikmeye başladı.
Yolcular, camdan baktıklarında uçağın kanatlarında parlak bir ışığın olduğunu fark ettiler.
Uçak, parlak ve beyaz bir ışık bulutunda uçarken ısısı da yükselmeye başlamıştı. Dört numaralı motorun alev aldığı görüldüğünde mürettebat, çok zaman kaybetmemek için yangın söndürücüleri devreye sokup yakıt iletimini keserek motoru kapattı.
Fakat sadece 1 dakika sonra diğer motorlar da tek tek alev almaya başladı. Kaptan ise alçaldıkları her 1,5 km için 24 km süzülebileceklerini hesaplamıştı. Bu da uçağın sadece 23 dakika süzülebileceği anlamına geliyordu.
Mürettebattan hiç kimse böyle bir durumla karşılaşmamıştı ve yaşananlar karşısında şaşıp kaldılar.
Yolcular, uçağın her yanını saran alevleri görebiliyordu. Uçak, okyanusun yaklaşık 10 km üstündeydi ve motorları yanıyordu. Duman, kabinde yayılmaya devam ederken 4 motorun birden durması beklendik bir durum değildi.
Yardımcı Pilot Roger Greaves, yardım çağrısı yapmaya çalışsa da iletişimde zorluk yaşanıyordu. Uçuştaki başka bir uçak, Jakarta’ya yardım çağrısı göndererek kontrolörlerin durumu anlamasını sağladı.
Endonezya’nın Java Adası’nın güney kıyıları yüksek dağlarla kaplıdır. Bu yüzden, kıyıyı güvenle geçebilecekleri yüksekliğin 3.500 metreden az olmaması gerekiyordu. Uçağın o kadar uçamayacağı belliydi, bu nedenle mürettebat Hint Okyanusu’na inmeyi planlıyordu.
Tam bu sırada Kaptan Moody, yolcuları sakinleştirmek için durumu sakince anlattı. Olayın ardından bu konuşmanın, insanların sakinleşmesinde ne kadar etkili olduğu söylenecekti.
Hava basıncı düşmüştü, yolcular oksijen maskelerini takarken bu uçuşun artık son yolculukları olduğunu düşünüyorlardı.
İnsanlar, nefes alamayacak duruma gelmişti. Kaptan, insanların normal bir nefes alabilecekleri yüksekliğe ulaşmak için pike yapmaya başladı. 4.100 metreye ulaşan uçak, okyanusa dalış yapmak için hazırlanmıştı ki tam düşüş sırasında uçuş ekibinin tecrübeli ve soğukkanlılığıyla birlikte bir mucize yaşandı.
Otomatik pilot, simülatörde 4 motor durduğunda genellikle kapanırdı ancak bu sefer devrede kalmıştı ki bu, daha önce karşılaşılmayan bir durumdu. 4 numaralı motor tekrar çalışmaya başladı, düşüş hızı azalınca diğer üç motor da garip bir şekilde tekrar çalıştı.
Biraz yükseldiklerinde St. Elmo ateşiyle tekrar karşılaştılar.
Tüm bunlar yaşanırken bir motor tekrar durdu, aynı şeyin tekrar yaşanmasından korkan ekip derhal en yakın havaalanına iniş kararı aldı. Burada bitti mi sandınız?
Jakarta’ya inerken kokpit ekibi bu kez de ön camdan hiçbir şey göremiyordu. Ekip, uçağı manuel olarak indirmek zorundaydı. Uçağın iniş ışıkları çalışmıyordu, sadece küçücük bir yerden pist ışıklarını görebiliyorlardı. Neyse ki uçak yumuşak bir iniş gerçekleştirdi ve yolculardan birisi bile hasar almamıştı!
Peki tecrübeli ve sakin bir uçuş ekibi olmasaydı ne olacaktı?
Olaydan sonra yapılan soruşturma, uçağın neden böyle bir sorun yaşadığını açıklıyordu. Sorun, uçağın patlayan Galunggung Dağı’nın içine girmesiydi. Dağdan çıkan kül motorları tıkamış ve ön camları buğulamıştı. Bir süre sonra da motorların durmasına sebep olmuştu. Motorlar soğuduğunda küller katılaşarak uçup gitmişti, bu yüzden de motorlar tekrar çalışabilmişti.
Olaydan sonra Galunggung Dağı üzerindeki hava sahası kapatıldı. Uçuş ekibi ise kahraman ilan edilerek madalya ile ödüllendirildi.
Arızalar, her zaman ölümü doğurmuyor; yeter ki olayların geliştiği yerde sakinlik ve profesyonellik devreye girsin.
Uçuşun canlandırma videosunu izlemek isteyenler için:
Uçaklarla ilgili diğer içeriklerimiz: